Sendikanın Alması Gereken Önlemler
-
Sendikalar Yasası’nın ilk maddesi, sendikaların kuruluş amacını “Çalışma ilişkilerinde ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerin korunması ve geliştirilmesi” olarak tanımlamaktadır. Bu tanım doğrultusunda, sendikaların işçilerin sağlığının korunması ve geliştirilmesiyle uğraşmasının da, bu örgütlerin varoluş nedenleriyle uyumlu olduğu ortaya çıkmaktadır.
Sendikalar Yasası’nda olduğu gibi, uluslararası insan hakları belgeleri (sözgelimi Birleşmiş Milletler Ekonomik,Sosyal ve Kültürel Haklar Konusunda Uluslararası Sözleşme 1966) ve T.C.Anayasası’nda ekonomik ve sosyal hak kavramına rastlanmaktadır. Buradan anlaşılan, sendikaların, üyelerinin, insan hakları kapsamındaki haklarını da korumak ve geliştirmekle görevli olduğudur. İnsan hakları belgelerinde, 1948’den beri yaşama hakkının içinde, “sağlıklı yaşama hakkı“; çalışma hakkının içinde “işyeri ortamının geliştirilmesi”, “çalışma koşullarının iyileştirilmesi ” vb “sağlıklı güvenli koşullarda çalışma” yeralmaya başlamıştır. Bu kapsamda, sendikaların, çalışanların sağlık ve güvenliklerini korumaları, işyeri ortamlarının geliştirilmesi için uğraş vermeleri; hem örgütsel ödevleri, hem de bir toplum örgütü olmaktan doğan ödevleridir.
İş sağlığı güvenliği çok-boyutlu ve çok-bilimli bir kavramdır. Her şeyden önce saf teknik görünen bu konunun, yoğun bir toplumsal içeriği olduğuna değinmek gereklidir.1 Çünkü iş sağlığı güvenliği, bir insan hakkıdır.
Uluslararası İnsan Hakları Belgelerine baktığımız zaman insanların sağlıklı ve güvenli koşullarda çalışma hakkının, -Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmeleri bir yana bırakılırsa- özellikle 1960’lı yıllardan sonra onaylanan belgelerde belirgin bir biçimde vurgulandığını görürüz. Sözgelimi, Türkiye tarafından da onaylanan Avrupa Sosyal Şartı’nın 3.Maddesi “güvenli ve sağlıklı çalışma koşulları hakkı” başlığını taşımakta olup, şöyledir:
“Sözleşmeci taraflar, güvenli ve sağlıklı çalışma koşulları hakkının etkin biçimde kullanılmasını sağlamak üzere;
- Güvenlik ve sağlık alanında yasal düzenlemeler yapmayı;
- Gözetim önlemleriyle bu düzenlemelerin uygulanmasını sağlamayı;
- Gerektiğinde, iş güvenliği ve sağlığını geliştirmeyi amaçlayan önlemler konusunda çalıştıranların ve çalışanların örgütlerine danışmayı;
Yaşama ve çalışma koşulları birbirinden ayırılamaz. Yaşama koşullarındaki her düzelme, üyelerinin ve dolayısıyla sendikaların üzerindeki ekonomik kökenli baskıları azaltacak, böylelikle daha geniş ölçekli toplumcu yaklaşımlar belirleme ve uygulama olanaklarını yakalayabileceklerdir. Konut sorununun çözümlenmesinde, beslenme sorunlarının çözümlenmesinde, çocukların okul ya da kreş sorunlarının çözümlenmesinde kolaylıklar sağlayan sendika, sonuçta üyelerinin harcamalarında belli bir düşmeye yol açacaktır. Bu gider azalması, üyelerinin ücret artışı istemlerinde, belirli bir oranda ferahlama ve azalma getirecektir. Dolayısıyla sendikalar, üyeleriyle birlikte yalnızca ücret artışı zorlamasına gitmeyecekler; sosyal hakları geliştirme, çalışma koşullarını geliştirme çabasında da üyelerini yanlarında bulacak ve bunu işleyebilecekleridir. 3
İş sağlığı güvenliği kavramını ele alırken ilk vurgulanması gereken nokta, iş hukuku mevzuatının (ve çalışma yaşamının) bir bütün oluşturduğudur. Her ne kadar, iş yasası, iş sağlığı güvenliği için ayrı bir bölüm ayırmışsa da, bu diğer bölümlerde sözedilen hak ve yükümlülüklerin iş sağlığı güvenliği ile ilgisi bulunmadığı anlamına gelmez. Sözgelimi çalışma süreleri, işçilerin sağlığını-güvenliğini çok yakından etkilemektedir. O kadar ki, “Sağlık kuralları bakımından günde ancak 7,5 saat ve daha az çalışılması gereken işler hakkında tüzük” ile “Gürültü Kontrol Yönetmeliği’nin 11.maddesi” sağlıkla çalışma süresinin somut ilişkisini, kurallar bağlamaktadır.
Çalışma süreleri ile ilgili olarak konulan kuralları, izlemesi gereken başlıca denetim organlarından biri işçi sendikalarıdır. Bugüne değin, sendikaların, “ücreti ödenmek koşuluyla” fazla mesailer konusunda bir tepki gösterdiğine rastlanmamıştır. Tersine, sağlık kurallarına ve yasalara aykırı da olsa, fazla mesai yapmayı üyelerinin istemesi gerekçesine dayanılarak, bu konuda sessiz kalınmanın yeğlendiği, tartışmalarda da açığa vurulmaktadır. Bu olgu 5 Nisan 1994 Ekonomik Kararları’ndan sonra, işçiler üzerinde oluşturulan yoğun kaygı dolayısıyla inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Ücreti ödenmek koşuluyla, işveren istediği için, haftalık izin yapmayan, yıllık izninin de büyük bir bölümünden vazgeçen işçi sayısı büyük miktarlardadır. İşçi sendikaları bu olguya direnememektedir.
Öte yandan “kıdem tazminatı”nın varlığı, özellikle kıdemli işçilerin, işyerinde iş sağlığı güvenliği konusunda haklarını daha yüksek sesle arayabilmeleri için bir güvence oluşturmaktadır. Buna karşın, İş Yasası’nın 17/II-h.maddesi, “İşçinin kendi isteği veya savsaması
yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işverenin malı olan veya malı olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri on günlük ücretinin tutarı ile ödeyemeyecek derecede hasara veya kayba uğratması” nda işverenlerin bildirimsiz fesih hakkını düzenlemektedir. Bu hüküm, yetersiz iş sağlığı güvenliği önlemlerinin varlığında bile işçinin çalışma hakkını tehdit edebilmektedir.Bir başka tehdit, İş Yasası’nın yine 17-I.maddesindeki, “(a) fıkrasında sayılan sebepler dışında işçinin kendi kusuruna yükletilmeyen hastalık, kaza, doğum ve gebelik gibi
hallerde işveren için hizmet akdini bildirimsiz fesih hakkı”nın düzenlenmiş olmasıdır.Ancak ne yazıkki, işçi sendikalarının bu tehditlere yönelik bir eylem ortaya koyduklarına ilişkin elimizde veri bulunmamaktadır.
Uluslararası Belgelerde, “çalışan” nitelemesi, işçi-memur-çocuk tüm çalışanları kapsamaktadır. İş sağlığı güvenliğinin tanımında da bu kapsamlı tanıma rastlıyoruz. O halde, bugün, iş yasasının “ayrıksı(istisnai) durumları” düzenleyen 5.maddesinde, görülen farklı tanımlar, çalışanların, insan haklarından yararlanmaları için bir farklılık yaratmalıdır.
Çalışma Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 10-b maddesinde İşçi Sağlığı Genel Müdürlüğü’nün görevleri sıralanırken, “İş Yasası kapsamının dışında kalan işyerlerinde çalışanların iş kazaları ve meslek hastalıklarının düzenlenmesi…”ne ilişkin ödevler yüklenmiştir. Dolayısıyla 1946 yılından beri, Bakanlığın, iş kanunundan yararlanamayan çalışanların da sağlık ve güvenlikleriyle ilgili düzenlemeler yapması beklenilmektedir. Ne yazıkki, bu alanda hiç bir çalışmaya tanık olunmamış; daha da kötüsü, işçi sendikalarının da bu yönde bir uyarısı ile karşılaşılmamıştır. Sendikal eylemi, tüm çalışan kesimleri kavrayacak biçimde geliştirebilecek bu fırsat harcanmıştır; hala harcanmaktadır.
Eskiden meslek hastalıkları, “yalnızca belirli işlerde çalışan ve o işten ötürü sunuk (maruz) kaldığı etmenlere bağlı olarak yakalanılan hastalık” olarak tanımlanırdı. Bugün, bu etmenlere, çevresel atıklar ve kirlenmeler nedeniyle, diğer toplum kesimleri de sunuk kalmaktadır. Demekki artık yalnızca mesleksel hastalıklardan değil, çevresel ve mesleksel hastalıklardan sözedilmektedir. Dolayısıyla, meslek hastalıklarının ortadan kaldırılması için verilen uğraşta cephe genişlemiş, tüm toplumu içine almıştır. Ancak sendikalarda, toplumun diğer kesimleri ile bu anlamda birlikte hareketlere rastlanmamıştır.
Günümüzde, sendikalı işçilerin eylemlerine, toplumun yeterli desteği vermemesinin altında, sorunların paylaşılmaması, ortak hareket zeminlerinin yaratılmaması ve toplumsal dayanışmanın geliştirilmemiş olması yatmaktadır.